30 Aralık 2008

bir garip çocuktum ben..


Ben çocukken bilader,

* sırf gözümü kapatıp, hayal kuracağım diye her yere arabayla gitmek isterdim.fonda müzik.. mis gibi.. hala aynıyım gerçi..

* gündüz rüyaları görürdüm. sonra onları gercek zanneder, doğal ortamdan kopardım.

* evcilik çok az oynadım. genelde acı çekme üzerine kuruluydu o da. hani evleneyim, adam beni boşasın, çocuğumla bir başıma sokaklarda kalayım. ağlayayım, acı çekeyim isterdim.
inanılmaz zevk alırdım zira annem ters bir durum sezmiş olmalı ki beni aldığı gibi 6 yaşında halk oyunlarına yazdırdı. 13 sene folklörcü olarak devam ettim hayatıma.. evde kalınca darlandığımı o da anlamış belli ki.

* gitti paten aldı. bacaklarım çapraz olur diye bindirmedi. ilginç.

* üniversite yıllarına kadar, arkadas ortamında en kısa ve zayıf hatun bendim.
üzüldüm zannetmeyin. şu an aldıklarına sığan, beden problemi yaşamayan bir ben varım.
çok mutluyuz ailecek. =p

* şimdi inanmayacaksınız belki ama, sınıfta ki erkekleri tuvalete kitliyorum ya da pencere kolu ile girişiyorum diye okuldan velisi çıkmayan nadir çocuklardandım. şimdi görsem tırım tırım kaçarım, hepsi öyle dana olmus..

* barbie bebegim olmadı. suan barbie bebek gibi olan hatunlardan da nefret ediyorum.
-bak kilit madde bu- =)

* müzik zevkimle insanlar dalga gecer, lan 2009 oldu ne 80'leri, disco'su derler.
bilmezler ki annem ninni söylemeye üşendi diye sabaha kadar radyo'da 80 müzikleri dinledim, öyle uyudu her gece bu bünye..

* uçabildiğimi ve sadece insanların gözlerine bakarak ne demek istedigimi anlatabildigimi düsünürdüm. uçma denemesinde bulunmadım, kendimi 5. kattan aşağı atmadım gösteri olsun diye lakin gözle iletişim olayı hala sorundur benim için. =p
allahtan bir kaç kişi çıktı anlayabilen.

* ilkokul 5'te türkçe'den neden 4 aldım diye tam bir hafta agladım.
allahım ne salakmışım.

* nasıl içli bir yaratıksam artık, yine ilkokulda tüm sınıf hocayı beklemeden dışarı çıktıkları için cezaya kaldılar, - bakınız ben o sırada inek gibi kitap okuyordum sınıfta- bir tek ben ceza yemedim. ama sonrasında aglaya aglaya "hocam arkadaslara ceza verdiniz, bana da verin, onlar benim cigerim" melodramı yaptım. hiç hoş degildi.

* canım sıkılıyor otururken, kendimi derse veremiyorum diye, canım hocam sınıfta gezinmeme izin verirdi. olmadı ögretmen masasında onunla ders yapardım. 1. sınıfta çöpe kalem açmaya en cok ben kalktım haliyle.

* rahatsız ailenin, rahatsız üyesi anneannem şaka tadında bir insandır. kendisi büyüttüğü için, etkileri bende hala sürer. bana ilk falını 7 yasımda baktı blog okurları. o gün bugün canım sıkıldı mı kahve icer, kapatırım. ha inanır mıyım? yok. yemezler artık.. =)

* kuzenim bir radyo da program yapardı geceleri. 6 yaşında tuttu benide götürdü oraya.
sırf bizimkiler evde oturup benle eglensin diye. neyse masal anlattırdılar bana. en uzunu o diye, (adiler gecenin bir yarısı kaldırıp götürdüler siniri de var tabii) bremen mızıkacılarını anlattım.
yarım saatte bitti o masal. öldü insanlar. masal sonunda şarkı iste dediler. hediyemiz olsun sana. herkes yonca evcimik falan isticem zannetti.

benim istediğim şarkı; orhan gencebay ile sibel can'dan severek ayrılalım idi.

senelerce bunun muhabbetini yapan ailem, sırf pisliğine "allah sana senin gibi çocuk versin."
derler.. çok üzülürüm. korkarım arkadas.

gerçi sonradan geciyor ama.. ?!



22 Aralık 2008

come feed the rain..


 
it's all a game, 
avoiding failure 
when true colors will bleed 
all in the name 
of misbehavior 
and the things we don't need 
i lust for after no disaster can touch 
touch us anymore 
and more than ever 
i hope to never fall, 
where enough is not the same it was before 
 
Come feed the rain 
cause i'm thirsty for your love 
dancing underneath the skies of lust 
yea, feed the rain 
cause without your love my life 
ain't nothing but this carnival of rust


Don't walk away, don't walk away, 
 when the world is burning



*poets of the fall- carnival of rust

21 Aralık 2008

kısa kısa, inceden...


* Gece oldu mu darlanıyorum ben arkadaş.. birseyler oluyor, sinirleniyorum.
agresif, tripli bir hatun oluyorum. hoş değil. (ben bunu bir yazı da yine yazmıstım ya)

* Erkeğin -çok afedersiniz- o. ağızlısından hiç hoşlanmıyorum. muhabbeti kestiğinde de olmuyor, inatla konuşuyorlar, inatla hayatını karıştırıyorlar. bir sktrsn gitsinler artık. hadi canım sağdan sağdan..

* ha bu arada gördüğünüz gibi "hayatın böğründen" diye bir şey var artık blog'um da.
yazı dizisi olucak o. altını çiziyorum yaşadığım şeyler değil, tespit böceği yanımın gördüğü şeyleri aktarıcam. baştan anlaşalım da kimse üstüne almasın. severing hepinizi!

* yorum konusuna da açıklık getirelim. Yorum fasilitesi şu durumda çalışır modda: yazının başlığına tıklayın ve yazının altında yorum gönder kısmına yorumunuzu bırakın veyahut olan yorumları okuyun canlarım. diğer türlü kaç yorum var falan görünmüyor. en kısa zaman da çözeceğim bunu da.

* pek sevgili babamın ameliyatı dolayısı ile bursa'daydım bu hafta sonu. hiç özlememişim. hala aynı dar,sıkıcı bursa. fakat anne ile babanın ayrı koltuklarda kardeş kardeş uyumaları ve birbirlerine göz kulak olmalarından dolayı battal boy yatak benimdi sevgili okurlar. şu karınca yiyen boyumla ancak battal boyda rahat edebiliyorum onu kavradım. huzurlu uyku direk oeeeh =)

* bak yine aklıma geldi. dedikodu.. az kaldı geberticem karaktersizler.. biraz daha konuşun bakalım..

* bir insanı artistlesmesin diye, daha mı az seversiniz? böyle birsey var mıdır? varsa ne işe yarar? çok merak ediyorum. haliyle ben bunu beceremiyorum. ne kaybederim ki?

* sevgi neydi? sevgi emekti.. samet onu baba bildi.. zszsz! selvi boylum al yazmalım forever =p

* cimbom nasıl attı 4 tane ama meheehe. o değilde forma almalıyım kendime bir adet. uf!

* patates kızartması ile kahveye aynı anda taparım. ivet!

* geçenler de arkadaşın teki; sende değişik bir sey var. kalp gözü acık olur ya bir insanın aynen öyle dedi.. birsey diyemedim. ne denir ki zaten? =p

* çok net rüyalar görüyorum. olan biteni sormama gerek kalmıyor. kim kimle nerde takılmıs, kimle yatmıs, kim aldatıyor cok net görüyorum. ondan sonra da baskaları onaylıyor zaten.
kalp gözüm mü açık ne? ahah=)

* bir kadını asla küçümsemeyin. cok zararlı cıkabilrsiniz. kadın şerri diye birsey var. kötü bence.
=)

* kelimeler de tehlikeli. nerde ne söylediğinize dikkat edin. hava, su ve tabii ki "yol" olarak geri dönebilir. söylemesi..

* yapmam dediğim herseyi yapmısım.. çok büyük konusuyormusum mis gibi.. tükürdügümü yalattılar cok net bir sekilde. yine yaa =)

* bir kere cok sevdim. herkes konuştu. sizi olumsuz etkileyecek kimseden tavsiye almayın.hele saglıklı ilişkiler kuramayan birinden asla!

* öğretmen hanım oldum ben. ders verecegiiiim eskisi gibi. neksel neksel..

* ana aklıma geldi. eski sevgilinin eski sevgilisini takan bir insan grubu mevcut su hayatta. sunu düsünün bir de; sizin ki yol yapmasa eski sevgili neden canınızı sıksın ki?! eger o da birsey yapmıyorsa niye darlıyorsunuz birbirinizi bilmem.. bir rahad olun.

* amy winehouse- back to black! su sarkıya biraz respect.. biraz! =)

neyse; rahad moduma geri döneyim.çemkirdim rahatladım.
bir huzura dogru yazısının sonuna daha geldik.. severim hepinizi.

19 Aralık 2008

hayatın böğründen.. -I-


Şehrin en kalabalık cafelerinden birinde bir kadın bir erkek.
Sessizce kahvelerini içiyorlar ama belli birazdan fırtına kopacak ve girişecekler birbirlerine..
Erkek belli ki çok asabi, hatun hiç oralı değil gibi duruyorsa da karşısında ki iri cüsseli arkadaşa
kafa atma isteği ile yanıp tutuşuyor. tırsıyor bir miktar, sağ çıkamaz o cafeden biliyor..

Beyimiz başlıyor çemkirmeye,çok dolmuş..yazık.

"Bıktım,olmuyor seninle. Sürekli bir trip halleri, çemkirmeler, kavgalar,gürültüler bitmiyor..
Daha ne istiyorsun anlamıyorum ki..Ne diye bu çektiğim karı dırdırı.."

Kadın inatla çok sakin.cevap vermiyor. Adam devam ediyor..

"Hayır necla ne istiyorsun anlamıyorum gercekten. Neyin eksik? Bak yakın arkadaşlarınla yatmadım, en azından gözüne soka soka seni aldatmadım. Evlenme vaatleri ile de kandırmadım. Sen kendin geldin bana.Hani beni seviyordun,hani aşıktın?!"

Ablamız hala çok sakindir. Adamın mantalitesi öldüren cinstendir çünkü.
Bir sey dememek için zor tutar kendini. Kemal kişisi karşısında ki hatun kişinin sustuğunu görünce daha da dellenir. Bütün cafe'yi ayağa kaldırır.

"Lan bak susma, delirtiyorsun beni. Normalde bik bik susmazsın, ben bir sey deyince dilin hemen kaçar boğazına(!) Lan bana bak baska biri mi var yoksa? Hayır bir de senin gibi hatunu benden baska kim begenir anlamıyorum. anlamıyorum lan cidden. Sürekli konusuyorsun, birsey begenmiyorsun, canımı da sıkıyorsun. git bir aynaya bak, su haline bak. cocuk gibisin lan.
Senin yanında duruyorum diye sevinmen lazım asıl. Of adamı cıldırtırsın sen bak hala susuyor! Bir sey de bana, agzını burnunu kırmıyım milletin icinde.."

Abla bizim bile sinirlerimizi bozan bir sakinlik içinde bakar (eski) sevgilisine,
"emin misin benden birseyler duymaya?" diye sorar..
Kemal abimiz oyucu bakışlar atar hatuna; "EVET!" tadında gürler.

hatun kızımız aynen söyle cevaplar karsısında ki danayı;

"Bak kemal haklısın sen de tabii. Baksana benim tipime, bir bok yok. Bakma sen iyi dayandın, daha iyisini bulamadıgından yanımdasın zaten. Ama madem bitiriyoruz bu ilişkiyi burda.. bende tek birsey söyleyeyim sana, içimde kalmasın madem.

O kadar mükemmel bir insansın ki; benim bu kadar kötü huyumun yanında sen sadece erken boşalma sorunu yaşıyorsun.. Ne kadar ŞANSLISIN!"



ve haliyle necla abla oyunda, hayatta, elbette ki bizlerin gözünde frikikten golünü atar..
mavi ekranda düzelmeyi bekleyen kemal abiyi bırakır, cafe'den çıkar,gider..


kemal sen kendin kaşındın be canım arkadaşım..


08 Aralık 2008

kachine in bayram =p


Kurban bayramınız mübarek olsun blogger'lar!
büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin de gözlerinden öper
pek mutlu pek huzurlu bayramlar dilerim.. :)

02 Aralık 2008

çok tatlısın baağyan!


ilginç bir şekilde anasından ve babasından nefret etsem de, hastayım
şu küçük ablaya.
böyle koluna çantasını takıp pıtı pıtı geziniyor ya sokaklar da..
fazla sevimli geliyor bana. =)
henüz 3 yasında bile değil!
evet..
döverim sevgiden.
o kadar.

ben zurna mıyım, he?

öhöm öhöm.. ben geldim efendim..yine..
iğrenç bir insan moduna büründüğümden,yine ve her zaman ki gibi blog'u mu aksattım.
cok mutsuzum. ama niyeyse biri bende ki sacmalama askını sömürüp dursa da, 10 günde bir kendimi silkeleyip geri geliyorum.
tutarsız bir insan olmaya başladım.
zaten 10 puanım da düşmüz yazmadığımdan..acılar icindeyim=p
allahtan lilith kardesim pek güzel gaza gelip, süper bir baslangıc yaptı blog olayında da onun basarısıyla övünürüm su sıra.
ama gebertirim, onu ben yarattım.
sen benimsin lilith!
nihahah! =)


24 Kasım 2008

canım öğretmenim?!

Minik ama uzatmalı bir öğretmen adayı olarak ben deniz pek mutluyum bu gün.
bir kaç sene sonra eteklerime yapışıp "tiçır, buk ne demekti yaa?" diye soracak ögrencilerimi
düşünüp, pek güzel moda giriyorum.
ve
canım hocam Zülal Balpınar başta olmak üzere tüm öğretmenlerin, öğretmen adaylarının öğretmenler günü'nü kutluyorum.
öpüyorum hepinizi..


not:zülal hocam takip ediyorsunuz biliyorum.bakınız gayet edep-adap kuralları
çerçevesinde yazıyorum.saygılar.. =)

18 Kasım 2008

sabah kahvesi

sabah kahvesinde bugün tesekkür etmek istedigim bir isim var.
odamın,yatagımın ve hayatımın yeni fatihi(!) lilith.
(yatagımın fatihi derken yanlıs anlasılmasın,benim yatagımda uyur kendisi genelde..
türkçemiz lastik gibi masallah) =p
neyse;
2 gündür tavuklar gibi erkenden yatıp, horozlar kadar erken kalkan ben deniz için pek güzel bir süprizi vardı bugün. gerci kendisiyle ilgilenmeyip uyuduğum için biraz sinirli ama yeni yeni,özenle karaladıgı blog'unda bana da yer vermiş canım lilith.
pek güzel seyler yazmıs zat-ı muhterem. =) şuan sigara almaya giden arkadasa huzurlarınızda tesekkür ederim.=p
yazısı içinde şurası pliz.

günaydın..
bol kahveli günler dilerim gencler.

16 Kasım 2008

"Mustafa"


Kaç gündür aklımda "Mustafa" filmi hakkında yazmak ama vakit falan bulamıyordum. ayrıca her yazar bu konu hakkında bir seyler karalamıstı coktan; kimisi beğenmişti, kimisi "şöle mi olur böyle mi olur bik bik bik" diye bağrınmıştı. eleştiriler yazma isteğimi bir nevi köreltse de burdayım. filmi beğendim. hatta 2 kere izledim. cok mutluyum.

Tabii gitmeden bir hafta önce film hakkında ne kadar yazı, eleştiri varsa okumuştum.taklacıların öve öve bitiremediği, atatürkçü kesimin yerden yere vurduğu bu film, haddinden fazla ilgi çekiyordu. sarı zeybek hastası olan ben bunu kacıramazdım elbette.

Ama izledikten sonra eleştirilerin yersiz olduğunu, insanların olayları, durumları, kişileri nasıl istiyorlarsa öyle yorumladıklarına bir kez daha şahit oldum. herşeyi g.tnden anlayan canım insanlarım, yine kendi beyinciklerine göre yorumlar yapmıştı işte. şaşırmadım.

Mustafa Kemal Atatürk'ün insan olmadığına çoktan kanaat getirmiş, onu putlaştırmış, bir nevi tanrı yerine koymuş kişilikler; elbette bu filmi yerden yere vuracaklar, dava acacaklardı. çünkü filmde gayet normal bir insanın gösterdigi hareketleri, verdigi tepkileri veriyordu mustafa kemal atatürk.

Üzülebiliyordu mesela, yalnızdı hemde çok.. ağlıyordu yalnız basınayken, çapkındı sonra çok içerdi. ee? neden unutuyoruz mustafa kemal atatürk'ün herşeyden önce bir insan sonra da erkek olduğunu.. neden atatürk çok içerdi, çapkındı dendiğinde "Atatürk alkolik, karı-kıza düşkün biri değildi" tarzı tepki veriliyor? kimse adam içip içip ortalığı dağıtırdı demiyor ki..atatürkçü insanlar bunu mu anlıyor o duyduklarından ya da izlediklerinden?

ya da filmi izleyipte pek mutlu olan, atatürk'ü çoktan lugatlarından silmiş insanlar.. onlarda kendilerine göre algılıyor, kendi yorumlarını yapıyor; "ehehe biz dedik, atatürk alkolikti, diktatördü, dar ağacına bıraktı milleti, devrim yaptı gördük yaptıklarını da zaten.." tarzında..

iki yandan da insanlar kendi çıkarlarına, kapasitelerine göre yorum yapıyorlar.filmi izleyipte adam akıllı yorum yapabilen izleyici sayısı cok az. duygusal bakıyorsun olaya diyenler içinde şu yorumu yapıyorum; olaylara genelde duygusal yönden bakarım,mantıgın insanları robotlara cevirdigi su vakit biraz daha fazla insan hissettiriyor kendimi bana.. neyse herseye ragmen, atatürk'ün kendi günlüğünden anılarını,yorumlarını duyabilmek çok güzeldi. biraz farklı bir yönden onu tanıyabilmek ise apayrı bir güzellik.

şiddetle de tavsiye ederim..


sonradan koşarak gelen not: "ordular idare ettim; ama bir kadını idare edemedim.." M.Kemal Atatürk. hastasıyım bu sözün..

bana bir seyler oluyor necati!

Son zamanlarda uykusuzluk, düzensiz beslenme ve tabii ki sigaranın 10 numara etkisi ile bir garip hallerdeydim. Sınavlara, o kadar kosturmacaya bağlıyordum hepsini. Geceleri tavuk gibi erkenden yatmayı sevmem,uykuyla da pek işim yoktur ama bu ara ne adam akıllı uyuyabiliyor ne de uyudum mu kalkabiliyorum ilginc bir sekilde. Bir de bunun yanında sol kolum 7/24 uyusmakta, kalbim kendi çapında çılgın atmaktaydı. Dedim ki kendime; "bak kamil; ters birsey var bünyede, git doktora, adam ol erkenden yolcu etmeyelim seni de.."

Dünde en sevdigim insanüstü varlık olan annemle konusurken anlattım durumu.. çemkirdi niye kendine dikkat etmiyorsun diye. sigara kullandıgımı tahmin ettigi icin haliyle bagrındı o kadar ama babam da check-up yaptırmıs kalp de ritm bozuklugu varmıs.. bir nevi ırsi bir dalga tura bu. o yüzden kontrol ettirmek lazım bünyeyi, bir check ettirmek neyin lazım. tırsıyorum. çünkü bana sigarayı bırak,düzgün beslen, stress yapma,(en zoru bu serefsizim), delikanlı ol cigerimi ye tadında seyler söyleyecek. alkolle de aram yok artık, mis gibi bir hayat sürebilirim aslında dikkat edersem ama pff bilmiyorum. rica ediyorum yukardakinden de ters birsey cıkmasın. düşününce bile fenalık geliyor insana ya.

14 Kasım 2008

sabah kahvesi

Günaydın canım okurlar,
eskişehir'de gayet huzursuz, haddinden fazla ıslak
ve çamurlu bir güne daha hep beraber merhaba diyoruz.
şu yağmurlu günlerde eskişehir'de yapabileceğiniz pek bir sey yok.
ya "bana her gün bayram genc arkadasım" tadında içiceksiniz
ya da sinema, tiyatro olaylarına girişeceksiniz.
açıkcası senelerdir içmekten iflahımız kesilmiş insan grubu olarak
biz sinema olayını sectik bu sefer.
elimizde genc turkcell sifreleri kuyruklarda sürünüyoruz.
(reklama gel,ögrenciyiz ya..)
şu sıra sinemalarda; mustafa, osmanlı cumhuriyeti, testere 5,
muzo ve ıssız adam filmleri var.
mustafa'yı izleyen bir genc olarak fikirlerimi bu konuda daha sonra yazıcam ama
ıssız adam ve osmanlı cumhuriyeti izleyenlerin favorileri arasında..
ben digerlerinin yalancısı olarak tavsiye ediyorum onları da =p
neyse
normal ve bol filmli günler dilerim..
öperim.

13 Kasım 2008

Mr. Big!


İsteklerimi değiştiriyorum arkadas!
Mr. Big istiyorum ben bir tane.
Kendi Mr. Big'imi..

Haliyle Carrie'ye de acaip sinir oldum.
10 sene sonra adamla evlendi ya!
döverim ya!

hani bana ya!
layn?!

11 Kasım 2008

günaydın!!

i'm back!
sınavları, raporları bitirdim geri geldim..
fenalık gecirecektim, az kalmıştı. kaç gün
oldu blogda yazamıyordum. e dedim yeter!
bu okul bitmiyor zaten, bari blogdan uzak
kalmayayım didim. ve cemkirmeye kaldığım
yerden devam etmek icin; kendime bir kahve
yapıp geri döndüm.



şu huzursuz bünyemde ki gereksiz mutlulukla ve
blogumun yeni yüzüyle karsınızdayız. bizi sevin anacım!
böö!
sabah şekeriyim serefsizim!

02 Kasım 2008

Mamma Mia!!!

Mamma Mia!!!

Beni tanıyanlar iyi bilir ki dans etmesini, şarkı söylemesini, müzikalleri,
50'lerden 80'lere kadar olan dönemi, haliyle eski hitleri, diskoyu welan çok severim.
yine benim ayarımda birsey izledim. paylasmak istiyorum. ama ondan önce isyanım var bir saniye hemen çemkireyim.

bu tarz filmleri, müzikalleri, afilli disco kıyafetlerini,abartılı dansları ve müzikleri insanlar neden begenmez aklım almıyor! valla almıyor. şu noktada tarza saygı duyamıyorum. öyle rahatsızım =)


neyse okurlar, bir kac notum var filme ve oyunculara dair. buyrun;

*Meryl Streep : bu nasıl bir insandır? insan hiç mi yorulmaz ya da onu bırak ödüle doymaz? bu kadar mükemmel ve basarılı olmak hos mudur? nerdeyse 60 yasında hala hoplar zıplar ya! nazar degdiricem kadına, ölecek.. ondan sinirleniyorum..

*Pierce Brosnan: aynen iletimden alıntı yapıyorum: "ah pierce what did you do to me bebişim gecenin bir vakti ya?" bu işte. adam filmin sonunda coktan dagıtmıs oluyor sizi. cok yakısıklı pff.
ayrıca streep ile olan sahnelerinde gayet gercekci ve basarılı. kendisi durumu söyle acıklıyormus; "drama okulundayken streep'e asıktım, bu rolüde sırf o var diye kabul ettim. " amca gercekci olma nedeni olarak baska ne diyebilir ki?

*S.O.S: Abba'nın 1975'de kendi isimleri ile cıkardıkları albümden bir sarkı. fekat brosnan ve streep arasında ki bir sahneden dolayı fazlaca ilgimi cekmiş, kendini ezberletmiş şarkıdır.

*Colin Firth: bütün karizmasını çizdirdi. mümkün değil toparlaması ehehe =)

*Amanda Seyfried: streep'in filmdeki kızı. fazla sarı ama çok basarılı. sevdim ablayı. sesi de güzel miss gibi!

*filmde herkes şarkı söylüyor nerdeyse. fazla kastırmaca gibi dursa da. cok eglenceli.

*ben bizzat filme, streep'e, abba'ya ve brosnan'a asık oldum. ve hepsinin pek güzel sarkı söylediklerine kanaat getirdim.. -tekrar tekrar-

*filmin en güzel sahnesi için S.O.S mamma mia
yazın izleyin.link olmiyi:P

kendinize bir iyilik yapın ve bu filmi izleyin!
izleyin lan! =p

ve dayanamayıp soundtrack'i asagı da veriyorum.
dırırıdırırıdırırı yasasın mamma mia!

31 Ekim 2008

Happy Halloween!


Halloween'iniz mübarek olsun kiiii! =p
günün anlam ve nihayetinde önemini belirten pek neşeli bir şarkı sectim sizlere.
afiyet bal seker olsun.. =)

28 Ekim 2008

ooo şet yeniden blogger!

blogger açıldı..
pucca'nın forumdaki yorumunu okuduktan sonra, mis gibi düzelen moralim yine sallantıya girdi zira
haber de;

"Erişime engelleme kararının, “eksik olan delil”lerin ulaşmasına kadar kaldırıldığı belirtiliyor. Eksik olan deliller ulaştığı zaman erişim tekrar engellenebilir."

cümleleri olayın sadece süreci uzatıp, dellenen insan grubunun,tepkilerin yatıştırılması için yapılan bir uygulama olduguna kanaat getirdim. sevinmemek lazım çok. kapanır yine blogger..

little bro

en başından söylüyorum sansürlü blog okurları; kesinlikle emo değilim. bööö hayat ne kadar kötü,eneeem ailem beni sevmiyor tripleri atmam. sadece derdim varsa bunu dile getiririm çok güzelde üzülürüm ama MIZLAMAM zira gecmiş zaman içinde yaptıgım tek sey buydu. ama son zamanlarda yasadıklarım benim icinde fazlaydı. daha önce bir kez böyle içimin acıdığını hissetmiştim. o da pek sevdiğim sevgilimdi. ama bu sefer olay bambaskaydı.

su hayatta birsey olabilmek cok zor. öyle ögretmen, doktor vs. seylerden bahsetmiyorum. anne-baba- abla olabilmekne zormus, ne kadar zahmetli bir işmiş.. kötü seyler yasadıgında nasıl da canını yakarmıs insanın..ailecek hayatımızda ki en zor zamanlardı gecen haftalar.. söz konusu kardesimdi, erkek kardesim. henüz 10 yasındaama sanırım cektigi acılar cogu insanın ölmeye yakın cektigi acılara es degerdeydi.

ne oldugu 8 senedir bilinmeyen birseyle ugrasıyor bu genc yasında. haddinden fazla acı cekiyor. öldürüyor bizi..her sene en az bir kere fenalasır, senenin büyük bir bölümünü hastanede geçirir. bizim için alıskanlık haline gelmiş birseydir bu, ne kadar yazık. ama bu sefer ki çok baskaydı,çok..

2 hafta önce rahatsızlandıgını ögrendim canım bro'mun. ama rutin birsey oldugu için korkmadım o kadar. sonucta seneleridir böyleydi ve yapacak birseyimiz yoktu. 1 hafta gecti bizimkilerden ses yok. 2günde bir arayan insanlar aramaz, aradıgımda konusmaz oldular. haliyle kıllandım ben, hafiften paranoyaklık vardır zaten bende. bir kaç gün bekleyip tekrar aradım. ufaklık kötü dediler ama korkmayın birsey yok, panik yapmayın dediler.

e yemedim bunu tabii zaten kac aksamdır cılgın bir iç sıkıntısı ile uykusuzluk cekiyordum. bursa'ya gittim.ve cok ciddiyim hayatımda asla unutmayacagım bir haftasonu gecirdim. kötü anlamda tabii. ögrendim ki kardesimin bünyesi dozu artırılan ilaçlara dayanamamıs ve 4 gün komada yatmıs..ama benim gördügüm kısmı 2 haftadır bünyeyitoparlamaya calısan kısmıydı. inanın neler hissettigimi kelimelere dökemeyecek kadar çöktüm. henüz hissettigim acının tarif edilmesi mümkün değil. neyse..

beni görünce kendine gelmeye, kalkıp benimle birseyler yapmaya calıstı.bizimkilerin dedigine göre 3 haftadır yataktan kalkmak için sarfettigi ilk cabaymıs bu. öyle kaderci, duacı, cok şükür tadında bir insan değilimdir ben. kendime göre yasarım inancımı da ama bu son yasadıklarımız sarsdı beni, kendime getirdi. şükretmesini pek hatırlayamayan bir insan olarak, her dakika halimize şükür etmeyi ögretti. suan kardes acısı cekiyor da olabilirdim ki eminim evlat acısı
gibi birsey o, allah kimseye yasatmasın.

hala kıvranıyor o, bir sonraki doz artırımında aynı seyleri yasamaktan korkuyor. yatarken "anne bu sefer sanırım dayanamıcam ben,çok kötüyüm" diyor. ölüm korkusu yasıyor 2 yasından beri. o yüzden etrafında ki herkesi darlıyor, bunu yapmadık hiç hadi yapalım, surayı görmedim hiç hadi gidelim, hadi beraber vakit gecirelim diye.. o da farkında her doz artırımında bundan ölme ihtimalinin cok yüksek oldugunu. cünkü canım o. cocugu doktoru 10 yasında ki cocugun
suratına bunu söyleyebilecek kadar bilincli bir doktor,sagolsun.

hersey bir yana, biliyorum onun iyi olacagını. inatcılıgı burda işe yarayacak biliyorum. kolay pes etmeyecek..asla.yasatmayacak bana kardes acısını. cünkü biliyor onsuzlugun bize neler yasatabilecegini. o kadar zeki bir cocuk ki yarın öbür gün blogumu takip ederken, sunları yazdım diye kendimden ne kadar nefret ettigimi anlayacak. ama baska bir yol bulamadım, rahatlatamadım icimi. o yüzden kesinlikle dikkat cekmek, bundan prim yapmak değil amacım. o kadar şerefsiz olamadım henüz kusura bakmayın. sunu okuyup da abuk subuk seyler düsünen her insanı da ayrı sallamadıgımı bilin zira sadece kibar olmak, okuyupda gelmiş acısını burda bıdı bıdı anlatıyor tarzı gereksiz yorumlar almamak icin yazıyorum,canım sıkılmasın sonradan diye..

kendimi tekrar olarak sunu belirtiyim; cidden cok zor ebeveyin olmak. ömürden ömür yiyor.. hayatı hem anlamlı kılıp, bir o kadar da anlamsızlıga sürüklüyor insanı..çok zor, çok..

27 Ekim 2008

be half wit as much as you can!

YÜCE(!) Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 20.10.2008'nde aldığı kararla 3 gündür blog alemi büyük bir karmaşanın içinde.. hepimizin yazma hevesi kursağına çiviyle cakıldı sanki. hayal kırıklığı ve en çok da yapılanların haksızlık olduğu düşüncesiyle sinir küpüyüz.. ya bir yolunu bulup hala bloglarımızda yazabiliyor muyuz? elbette.. bunu henüz engelleyebilecek kapasite de insanlar yok bizim hükümetimizde. ama asıl sıkıntımız youtube,wordpress ve diğer sitelere karşı alınan kapatma kararı. bizim ülkemizde bu kadar basit işte hersey.
"haa surda bilmem ne videosu varmıs dur kapatalım... aaa dallamanın teki surda x kişisi hakkında yorum yapmıs kapatalım. a.k cocuguna bak ebeme küfretmiş, kapat koca siteyi.." bu kadar işte. ne sonuclar dogurabilecegi,kimin-nasıl-ne sekilde insan haklarının ihlal edilebilegi göz ardı edilerek yapılan bu eylemler bizlere tekrar tekrar su cümleleri düsündürdü;

"bu canım ülke de, bu kadar akıllı, bilgili, kültürlü, modern ve en önemlisi birbirine saygılı büyüklerimiz varken
bizim gibi insanlara, genclere kim birsey söylemek düsmez! "

"bu ülkede olabildigince moron olmak, etliye sütlüye karısmamak, kararlara karsı cıkmamak ve koyun sürüsünde ki yerinizi almaktan baska yapıcak hiç birseyiniz yok" mantıgı güdüldükçe biz ilerlemek bir kenara, bulundugumuz konumu hayal ettiğimizi düsünmeye baslayacagız bir süre sonra..
neyse..
aslında söylecek daha bir çok seyimiz var.. şikayet edecegimiz çok sey.. ama diger yazarlar gibi yapıp,edebimizle
bunu nasıl asacagımızı, buna bir son verecegimizi -gerektigi sekilde- düsünmeli ve buna göre hareket etmeliyiz.

her ne kadar bu ülkenin yenilikçi,haklarına sahip çıkan,adam akıllı genclere ihtiyacı olmasa da (!!!!) moron olmayın arkadaslar.. o koyun sürüsüne kaptırmayın kendinizi...

22 Ekim 2008

if..?



If I am the storm if I am the wonder
Will I have flashlights, nightmares and sudden explosions?



alırım gözünüzü..


20 Ekim 2008

uykuya dalamadan önce..

Yine uyuyamadığım gecelerden bir tanesi.. herkes bir koldan uyutmaya çalışıyor; ev arkaşlarım kahve içmiyeyim diye etrafımda cirit atıyorlar, diğerleri arayıp bin türlü ninni söylüyor welan.. ı ıh yine olmuyor, yine uyuyamıyorum. artık korkmaya başladım, ilerde hoş şeyler olmayacak bu uyku problemim yüzünden. pff. uyumak yerine abuk sabuk aktivite olayına girdim tabii. inceden de "bakarsın uykum gelir lan!" düşücesini barındırıyorum. neyse..

bu ara "tüm zamanların en agresif kaplumbağası" tadında gezdiğimdendir herhalde hep bir istek hali, yaa bu da olsun tavrı içindeyim. mesela kendi çapımda bir liste oluşturdum, bakayım ne kadar abartmışım bu istek halini diye.

ve...

gerçekten çığrımdan çıktığıma karar verdim.. evet, dayaklık olmuşum.. zira listeye bir göz atarsanız, sizde ne demek istediğimi anlayacaksınız canım okurlar.. korkmayın, ayıplamayın zira bunlar "hiç bir şeyden mutlu olmayan gacı" tripleri değil, bir nevi "yapacak şeyleri olmadığında saçmalayan gariban" nidalarıdır. anlayışınıza sığınıyorum gece gece..

hmm...şeey..hmm..aa..şey istiyorum ben?!? şey ya?!
SİHİRLİ DEĞNEK
evet.. en büyük dileğim budur.
(oha! ilk tokatı burda yemeliydim işte..)

O sihirli değnek ile de şunları yapacağım;

*sevdiğim insanların hiç bir şekilde hasta olmamalarını sağlardım.özellikle küçük bro'mun. =(
ve şu hayatta sevdiğim tek insanın beni dinlemesini, anlattıklarıma inanmasını mümkün kılmak için bişiler yapardım.
sonra o sihirli değnekle; dünya barışını sağlar, açlığı ortadan kaldırırdım.

(bencilliğe bak..)

bunların dışında istediklerim çok genel şeyler..

* saçlarımın boyası hiç akmasın istiyorum.. daha yeni cila attım..
kızıllarım öyle güzelsiniz ki =P

*okulum artık bitebilir mi?! içim dışım ingilizce oldu!


*
steve maiden ve prada komple benim olmalı! anlatabiliyor muyum? =P

*
galatasaray hiç yenilmesin, hep şampiyon olsun! nasıl yendik trabzon'u ama..
ehehe =)

*bir oda dolusu çikolatalı pasta!

*bahçeli ev.. 2 erkek çocuğu bir de sevdiceğimi istiyorum ama?! sorun mu olur ki acaba? =)

*tabuları kırıp, ben evlenme teklifi ediyim?! (yalan,valla yalan!)

*gönül ister ki ünlü bir romancı olayım (!) ama madem olmuyor onun yerine anaokulu açayım bir adet. en temizi bu, evet.

budur.
ne mutlu ki mor çatı'nın kapıları herkese açık! =)

agresif insanlar için dipnot: 15 yaşında çocuk değiliz tabii bizde biliyoruz hayaldir bazı şeyler..
sıçmamak lazım içlerine..





19 Ekim 2008

şefin pazar spesyali!


Bu pazar şefin tavsiyesi çılgın gacı Macy Gray'den yana..
Macy Gray'de "i try" ile bünyeleri hırpalıyor.
afiyet olsun blogger kardeslerim. (inceden tasavvuf) =P
buyrun burdan yakın..
blogger notu:gencler sakin olun, yükleme az biraz uzun sürebilir.
celallenmeyin..be cool.


bi dekke ya?!?!

2 saat önce toparlanıp geri gelicem falan diye bir seyler sacmalamıstım. bu kadar yakın zaman da olmasını beklemiyordum açıkcası. utana sıkıla blog'uma geri dönüyorum vatandas! =)
zannettim ki dayakla falan çözerim işi.. peh bi baktım kuzu olmus birileri. dayaga gerek kalmamış.
mor çatı çok kaliteli bir üye kaybetti şu dakika ona acıyorum ben =P

p.s: "ayak altından çekiliceksin habeeyllee.." =)

kişisel bir şey..

Kaç gündür adam akıllı yazamıyorum blog'da. Kendime sinirlenmeye başladım inceden inceden. Yazıcak tonla şeyim var oysa ki.. Neyse aklımı başıma devşiricem pek yakında. Kişisel sorunların halledilip, uygunsuzca oynanan oyunların kurallarını belirleyip, dönecegim.. (entrikaya gel..)

bir dakika bencillik gibi birsey duydum sanki.. öyle pek bir inceden? hmm sinek vızırdamasıymış.. geçer..

bu arada herseye ragmen şefin pazar spesyalini yazayım bari yarın. ayıp olmasın =P

18 Ekim 2008

yaaa pissi yavrusu!

Ama ben kedileri sevmem ki..sevmem?!
Yani bundan en fazla 1 ay önce, hayvanların tümü hakkında "aşkların en güzeli seni uzaktan sevmesi tadında" bir görüşürüm varken bende ki pisi yavrusu sevgisi nereden çıktı anlayamadım =S
Şimdiye kadar 1 muhabbet kuşu, 5 balık ve 2 tane su kaplumbağası anası olarak;kedi,köpek ve türevlerinden tırsar ve yolda görüp caddenin en ücra köşesine kadar kaçan bir insandım.
noliyi ya? içimdeki hayvan sevgisi niye depreşiyi anlamadım!
ama ani kararların insanı olarak, gidip kendime pisi yavrusu alacağım!
alacağım,evet! uyy! yirim!


14 Ekim 2008

enneeee!


uğur gürsoy efsanesi.. fırat.. başka söze gerek var mı ki?
***
allam işallah komedi şakası filmini koyarlar allamallam. işalla sübaneke işalla yareppim sübaneke işalla dinimiz amin.. =))

***

silence and hell


Uçup giden onca şeye rağmen,senelerdir aralarında kaybolmayan ve her seferinde onları bir araya getiren şey neydi? bunun cevabının aşk olmadığını isabell'de biliyordu...gareth'da. neydi o zaman? alışkanlık bile olamamış bir sevgi mi?
neden birbirlerine sadece teşekkür edip, güle güle diyemiyorlardı ki sanki.. neydi onda olup da başkasında olmayan?
"kesinlikle hastalıklı birsey bu,keçileri kaçırmak üzereyim" diye düsündü isabell.

"evet..hastalıklı,elden düşme hatta veba olmuş bir ilişkinin peşindeyim.."

"kahretsin! o zaman neden üzülüyorum? neden eksik bir yanım?"



from
"second chance for love: isabell"
chapter: "silence and hell"
page:42
- 2008

12 Ekim 2008

şefin pazar spesyali!


Ben adalar'da çayımı yudumlarken, istedim ki sizde güzel birseyler dinleyin.
Kulakların pası silinsin,falan. O yüzden şef'in pazar spesyali olarak; bugün listelerimizde
stereophonics'den "maybe tomorrow" var. aşağıda ki linkten edinip,bir güzel dinleyin.. ha varsa zaten, ne mutlu size..

bu "neksel" şarkı için şuraya gidiyorsunuz canlarım..


ruhum rüyaya dalmış..

rüyanın en güzel yerinde uyanmayayım diye yalvarıyorum yukardakine.. gördügüm her insan da, her cümle de, her rüya da sen varken... uyanmayayım.. bırak da güzel bitsin rüyalarım.. görünce beni; rüyalarımda hep sen vardın,hep tanıyordum de sende . bu kadar zamanın üzerine kaybetmeyelim en güzel düşlerimizi.. hep sen vardın,hep sen varsın diyelim bırak. engelleme beni de, kendini de.. en uzun yürüyüşlerin, en ağır işlerin, en zor günlerin sonunda sana ulaşayım.. bırak kendini. bırak seveyim herkesden daha çok. uzaklaştırma beni mutluluğumdan, senin huzurundan..

olmaz diyenlere, buna sahip olamayanlara inat, sabret biraz daha.. sev biraz daha.. bırak da herkesin kıskanacağı kadar seveyim seni.. izin ver de, kendine göster icinde ne saklıyorsan.. bırak en güzelini biz yaşayalım egolarımızdan, gururlarımızdan uzak.. izin ver daha çok seveyim seni, kimsenin sevemediği kadar..

söyle sevgili.. zor mu bu kadar seviyorum demesi? kendini koyvermesi? ne kadar zor olabilir ki sana ihtiyacım var demesi? söyle sevgili, ne olur söyle..ben bi tek seni..eski günleri isterim be canım anlasana artık..


p.s.: griple alkol bir arada gitmiyor arkadas..dar sürekli..

11 Ekim 2008

annneeeeeaaaaa!

oo şet.
grip oldum.

nefret ediyorum grip welan olmaktan. kaç gündür direniyordum, yataklara düşmemek için.
olmadı arkadasım. yemedi.

çok çılgın bir baş ağrısı, kesintisiz hapşurma efekti ve yaşlı gözlerle; kurtulmayı bekliyorum şu illetten.. salgın var aman diyim dikkat edin. ağlanmayın sonra benim gibi.

c fitamini neyin bişiler alın bol bol. yazıktır genç bünyelere..

ayrıca; gün içinde aldığım kafein miktarından dolayı uyuyamıyorum lan.
biri beni sallasın.
plis.
sebgilim?!
anneaaa?!
komşular?!

yetişin..

10 Ekim 2008

Love is a Battlefield

Kadın diyor ki: Benim iki ruhum var. Biri modern, biri ilkel…Modern olanı özgürlüğüne saygı duyuyor, öylesine incelikli, öylesine anlayışlı ki.

İlkel olanı seni yalnızca kendine istiyor, paylaşmayı reddediyor. Kimin aradığı belli olmayan her telefonda sıçrıyor, en ufak bir parfüm değişikliğinde karalar bağlıyor. Rüyanda bir kadının seni öptüğünü, iki kolun boynuna dolandığını düşünüp bir cinayet planlıyor.

2500 yıllık köklü bir eğitim almış olsam da, sen aşkın o hayvansı, ilkel yanını benden söküp atamazsın. (special thanks to aga for this pic- from polish wedding album-)

Erkek diyor ki: Kollarında bin kez tatmin olsam da, kendimi başka kadınları baştan çıkarabilecek güçte yırtıcı bir hayvan olarak görüyordum. Bu evden her an çekip gidebilmeyi umuyordum. Sadakatsiz olmayı arzuluyordum.

Benim de iki ruhum vardı. Gerçekle yetinmeyi bilmeyen, ona hayranlık duymayı beceremeyen.

Seni ne kadar sevdiğimi söyleyemiyordum. Evliliğimizin en büyük serüvenim olduğunu itiraf edemiyordum.

Éric Emmanuel Schmitt

Quote of the Day

Nothing is funnier than unhappiness, I grant you that. ... Yes, yes, it's the most comical thing in the world. And we laugh, we laugh, with a will, in the beginning. But it's always the same thing. Yes, it's like the funny story we have heard too often, we still find it funny, but we don't laugh any more. Samuel Barclay Beckett




24 Eylül 2008

wicked game..

çok eğlenceliyiz.. süperiz.. biz böyle tökezleriz arkadas.. garip bir oyun oynuyoruz ama sonunda kimsenin daha fazla yara almayacağı ya da kazanamayacağı. hep bir tarafın; eksik, hatalı, kendinde birsey düzeltmesi gerektigi bir oyun. herseye ragmen güzel ama kaybetmemek adına çaba harcanması gerekiyor, zaman gerekiyor.. ve samimiyet.. çok şart! eglenceli, sevgi pıtırcıgı ama aynı zamanda ciddi bir insan olmak istiyorum aynen bu tarz insanlarıda yakınımda görmek isterim hani =p ama yine diyorum herseye ragmen;

"this love is a strange love.."

tabii şu da var;

I wanna know what love is
I want you to show me
I wanna feel what love is
I know you can show me..

09 Eylül 2008

dişi yakarış?!

Ben, bizzat sağlam "dişi yakarış" butonu olan hatunlardanım.. çok ciddiyim. tribimi de atarım, çığlıda basarım. (vahşi?) neyse ama grey's anatomy'nin 2. sezonunu izlerken farkettim ki Meredith çok fena çok.. şimdi 2. sezonun 23 bölümünde (bakın işinize yarar diye veriyorum bilgileri.. =p) totor beyler aralarında meredith kızımızı paylaşamazlar. Mc dreamy yani totor Derek bilindigi gibi meredith'in uzatmalı ve penaltılarda -hep- yenilen sevdiceği. derek, ay eski karım mı aman meredith mi derken ipin ucunu kaçırıyor ve meredith'i her kulvarda tatmin edememeye başlıyor. meredith boş durmaz tabii veteriner Finn ile çıkıyor. bu noktadan sonra derek geri almak için, finn elde tutmak için bir sürü sey yapıyorlar..ama nafile ikisi de birbirinden beceriksiz.. haliyle olaylar gelişiyor, meredith darlanıyor ve son sahne;

meredith'in evinin önünde.. derek ve meredith "romantik" bir akşam yemeğinden sonra "içeri bir şeyler içmek için gelir misin?" ve " yok ben almıyayım, geç oldu" triplerini yaşarken finn elinde meredith' in en sevdiği şey olan çilekli dondurma ile gelir. totor beyler birbirine girer..

meredith şu konuşmasıyla bölümü kapatır:

"hey! hayalim böyle değildi. sizin birbirinize bakmak yerine bana bakmanız gerekiyordu. lanet olsun (hay şit ya) şu gece için kuaföre gittim. kaşımı,bıyığımı aldırdım. ağda yaptırdım. elime geçen ne? koca bir hiç! romantizm istiyorum ben. ateş... tutku istiyorum. kendimi kadın gibi hissetmek istiyorum. defolun gidin burdan..."

der hem beni benden alır, hem totor beyleri şok eder. o kadar ağda yaptırmış, boşa gitmiş, bir de gece yanlız uyuyacak. ohoo meredith çıldırmasın da ben mi çıldırayım şimdi?

paçi için edit(her zaman ki gibi) : yılın en iyi yakarışı buydu. "şit! i wanna feel passion!" ona göre.. =))

08 Eylül 2008

bir nedeni yok..

Geçenlerde ek$i'de küçük iskender'in bir yazısına denk geldim. "bir nedeni yok yalnızca öptüm" diye.. uzun zamandır bu tarz yazılardan uzak durmaya çalışıyordum zira cezmi ersöz sinirlerimle yeterince oynamıştı evvel zaman içinde. sonuç; haddinden fazla güzel bir yazı.. -ki su hayatta murathan mungan tarzı insanlar olmasa asla bu yazıyı bir erkeğin yazabileceğine inanmam.- insana kendisi için yazılmış hissi veriyor. samimi yani. özellikle benim dibim düştü okurken. cidden üstüme aldım yazıyı, cok fena. alskdj! çok dardayım herhalde! neyse üşenmeyin şunu bir okuyun. pişman olmazsınız. valla..okumayan pişman.

********
"Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. bekledim. beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. evet, bilmiyordum. bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. sevişirken sözlük kullanıyordum hala. ama, seni seviyordum. ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. sana yaklaşamıyordum. yasaklanmıştın adeta. çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. küçük bir ateş. küçücük bir ateştin sen. sönmekten ürken bir ateş. bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. aşkın mecali kalmamıştı. sessizce sokuldum yanına. acıyla irkildin. gülümsedim. gülümsememe anlam veremedin elbette. kimdi bu? ne istiyordu? tanımadığın biri. hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. fuzuli bir beden, karşındaki. usulca uzandım,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. uzayın adını ben koymadım. uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. rahatlatır beni o. bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. romantizme uyum sağlamak için de değil. öyle. işin gerçeği budur. yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. lekesiz bir yalnızlık. lekelenmeye müsait bir yalnızlık. tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. pişmansın. pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. ‘neyim ben? ! ’ diye haykıracaksın. olmuyor tabii. olmuyor. sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. beni anlayacağın günler gelecek. beni de göreceksin. benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. korkma lütfen,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. çay pişiririz. çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. sonra da sen anlatırsın: sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. ben sıkılmam. ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. bir insan, bir insanı sıkamaz. bir insan canı isterse sıkılır. hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. endişelenmen gereksiz,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. başkalaşmaya çalışıyorum. gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. değişmek, hiç de zor değil. yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. evet, tıpkı bu. sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. birlikte dansedebilmek gibi. sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. ve ciddi. ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. masallarla geliyorum. efsanelerle geliyorum. herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. artniyetsizim. inan,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. aklıma yayıldın. ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: ortadaydım işte! bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. hayır! melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. kusura bakma, kafam biraz dağınık,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

insan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. kızmamalısın. darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! gerçekten kırıyorsun beni,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. insanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. yapacak çok işimiz var. dövüşecek çok düşmanımız var. kucaklayacak çok arkadaşımız var. bizim sebebimiz bu. bizim fazlalığımız bu. belki de iksirimiz. kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. yalan söylemiyorum

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. çikolata bile kurtlanabilir. dondurma erir. çiçek solar. galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! birer hatıraya dönüşseler bile! kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.

şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . yüzüme öyle bakma nefretle,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. kimbilir, doğrudur belki de! . adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? romantizmin tehlikesi büyük! romantizmin tehlikesi büyük! romantizmin esrarı büyüleyici! romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı! ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. yani, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. özveri denebilir buna. evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. insan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . sakın ha üstüne alınma,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

ben seni kırmak için yaratılmadım. uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? seni kaybettim. bunu biliyorum. seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. ortadaydı. bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. hala da saygıyla ağlıyorum. büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. inadıma öfkeleniyorsun. seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. bu da aşk işte! bu da entrika! bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! dur, dur, bağırma,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

bunlar da geçecek şüphesiz. seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. yaralandım. bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. bir gerçek aramıyorum felakete. bir bahane göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. eğer hissediyorsan,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.

ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. o rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. dokunamadım sana. parmakuçlarım neşterdi çünkü. kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,

bir nedeni yok. yalnızca öptüm.


KÜÇÜK iskender..

p.s.: tekrar tekrar okuyorum. bana yazıldığını düşünüyorum. ve lanet olsun bazen bencil olmayı seviyorum.. oeeh..

bir gün sonra tekrar okunur edit verilir, olaylar gelişir..
1 gün sonra edit: banane bana yazıldı.. askjd!

03 Eylül 2008

my angel gabriel..

Yazamıyorum şu sıralar.. ama anlatacak çok şeyim var. Bu yüzden kendimi farklı yollarla ifade etmeye çalışıcam. yeri gelecek kitaplardan alıntı yapıcam, yeri gelecek şarkı sözlerini size dayıcam ama bir şekilde kendimi ifade edicem. misal;

i can fly
but i want his wings
i can shine even in the darkness
but i crave the light that he brings
revel in the songs that he sings
my angel gabriel

i can love
but i need his heart
i am strong even on my own
but from him i never want to part
he's been there since the very start
my angel gabriel

bless the day he came to be
angel's wings carried him to me
heavenly

i can fly..

budur yani.

15 Ağustos 2008

İyi sevgili olamayan erkekler...

Vatan gazetesi yazarlarından Reha Muhtar'ın, 5 Ağustos'ta ki "iyi sevgili olamayan erkekler" yazısı,neredeyse tüm arkadaşlarım tarafından -ibnelik olsun diye mi yapıyorlar, bilmiyorum- mailime atılmış. Kendisini pek sevmem, şahsi kanaatim adamın da pek sağlam ayak olmadığı yönünde, neyse.Ama bu yazısı gayet mantıklı geldi bana. Ama burdan mailleri yollayan arkadaşlarıma da dönüp kendi kıçlarını toplamalarını söyler, bizzat sağlı sollu öperim. kasjd! (yerim len.. =) )

....
Her nedense hiçbir erkek kondurmaz kendisine “iyi bir sevgili olamadığını...
Kartaloz zamparalar “benden iyi koca değil, iyi sevgili olur” türünden vecizeler yumurtlarlar ki, etraftaki dişilere mesaj yollasınlar...
Mesajın meali şudur:
Siz benim evli olduğuma bakmayın... Ben iyi sevgiliyimdir...
Oysa etrafta bu kadar iyi sevgili olan erkek olsaydı, bu yalnız kadın, kankaları kadınlarla baş başa kalmazdı...
Ben yıllardır duymuyorum hiçbir kadından şöylesine bir söz:
Bir erkek arkadaşım var... Öyle iyi bir sevgili ki... Öyle mutluyum ki...

...


Bu kadar güzel ve yalnız kadın “etrafta iyi bir sevgili yok” diyorsa, bu adamlar kendilerini nasıl iyi sevgili olarak sıfatlandırıyor...
Esasen erkeğin iyi bir sevgili olabilmesi için, “erkekliği oturmuş tam bir erkek gibi olması gerekir...
Ayrıca bu da yetmez...
Kafasında karşısındaki kadını sevgili diye oturtması gerekir...
Takılmakla sevgili olmak aynı şeyler değildir...
Erkekler takıldıklarını sevgili zanneder...

...


Kadınlar ise, kendilerini düşüneni, arayıp soranı, gerektiğinde kollayanı, hatta kendisini sevip kıskananı sevgili olarak bellerler...
Kadınların sürekli oyunlar icat etmelerinin nedeni erkekleri sınamaktır...
Bir başka erkekten bahsederler, gözlerinin ucuyla kendi erkeklerini süzerler...
Bakalım kıskanacak mı?
Kıskanıyorsa, önemsiyor demektir...
Kıskanmıyorsa kadın yerine koymuyor takılıyor anlamına gelir...

...


Durup dururken çok da mantıklı olmayan bir şey yapmasını isterler erkeklerinden...
Yapıyorsa “beni önemsiyor” diye düşünürler...
Yapmıyorsa, depresifleşirler...
Kadın oyun oynayacak erkek arar...
Arar ki, erkek kendisini seviyor mu önemsiyor mu anlayıversin...
Oysa bugün yalnız ve güzel kadınlar “oynayacak erkek” bile bulamıyorlar...
Çevrelerindeki erkekler “oynanacak pozisyona bile gelmiyorlar...
İyi sevgili olurlarmış...
Hadi canım sen de...
Şu anda oyun bile oynanamıyor zat-ı alileriyle...


....

p.s: bold ile yazılan yerler benim fikrim değil. tribal bir yazı olarak algılanmasın.. yazının orj. hali bu.

13 Ağustos 2008

Olasılıksız

spoiler

....

"Satranç hayat gibidir David," demişti babası. "Her parçasının kendi işlevi vardır. Bazıları zayıftır, bazıları ise güçlü. Bazıları oyunun başında işe yarar, bazılarıysa sonunda. Ama kazanmak için hepsini kullanmak zorundasın. Aynen hayatta olduğu gibi, satrançta da skor tutulmaz. On parçanı kaybedip, yine de kazanabilirsin oyunu. Satrancın güzelliği budur işte. İşler her an tersine dönebilir. Kazanmak için yapman gereken tek şey tahtanın üzerindeki olası hamleleri ve anlamlarını iyi bilmek ve karşındakinin ne yapacağını kestirebilmek."

....

12 Ağustos 2008

It's in the blood

Daha önce onun hakkında yazdım. Hakkında yazdığım-yazabildiğim nadir insanlardan o. Sigarasını soğuk seven, rakı insanı.. Kendi hakkında da bir şeyler okumayı seviyor, biliyorum. Bu yüzden, onun dünkü doğum günü şerefine, anı defteri ve günlük şeklinde kullandığım şu blog'a bir şeyler karalamak istedim.

Eski erkek arkadaşım bir yerlerde, kendi hayat görüşüyle bağdaştırdığım şöyle bir cümle kurmuş; "i can see clearly now.." diye. İşte zehra konusunda kafamda dönüp duran cümle tam olarak bu.

Şu son 2-3 günde dostlarımla yaşadığım olaylar, söz konusu olan muhabbetler beni zehra yönünde daha da aydınlattı. Acemice yaşadığım şu hayatta en az yalanla paylaştığım dostluk onun ki.. Her zaman kaçış yolu olarak sarıldığım beyaz yalanlardan nasibini en az alan insanlardan. Hayatımda tutmayı başarmam gereken biri..

Hep kaygan bir zeminde can çekişen hayatını, benim nasıl yaşamam gerektiğini bilemediğim hayatımla harmanlayıp renklendirebildi kendileri.Bu sebeble, şuan ciddi zorluklarla yürüttüğümüz dostluğumuz; hayallerimizde, zehra'nın eskişehir'de ki yurt odasında kendine yer buluyor. O pc başında beni darlamak için şarkı seçiyor, ben cam kenarında elimde bir duble rakıyla "seviyorum ama arkadaşım" nidaları atıyorum. Ve kadehlerimizi sevdiklerimize kaldırıyoruz. Hayallerimizde ki bir başka yerde yine içiyoruz tabii. -her zaman yaptığımız gibi- ben dans ediyorum, o buna yanaşmadığı için bir kenarda durmuş gülerek bana tempo tutuyor. Ama en güzelinde ise; yanlız o. Çatıya çıkmış lanet, yine içiyor. O güzel havada "without you" dinlerken, tek eksiğinin ben olduğumu düşünüp mesaj atıyor.

Ve onun yaptığı gibi bu akşam da ben onun şerefine içiyorum. Belki çatıda oturup hayatı sorgulamıyorum, ama "in the blood" dinleyip "hiç çıkma hayatımdan, efsane olalım" diyorum.
Onunla yaşadığım her "net ve efsane" anıya, dakikalara içiyorum. Bazen güzel şeylere içmek gerekiyor değil mi?

Nice senelere konyalı. Hayatı dilediğimiz gibi ve birbirimizin hep en yakını olarak yaşamak adına, sıradaki şarkı muse'dan "hysteria". İbo, mahsun ve tabii ki özcan için.. =)

14 Temmuz 2008

hepi vikend!

Süper ötesi bir hafta sonundan sonra, şu yazıma "sevgili blog" şeklinde başlamak isterdim zira 2 günlüğüne çocukluğuma geri döndüm, çok mutluyum.ilkokulda günlüklerimizde yazdığımız hafta sonları kadar superito geçti bu haftasonu. ilk önce "yaz okulu pretisi " kız kardeşim izmir'den geldi. hemen kuzenler birliğini topladık, küsleri barıştırdık, eskileri karıştırdık, yenilere ortam yaptık.

pazar günü süper mario'nun yandan yemişi, evimizin direği, kontrol manyağı, efsane insan babamın dahiyane(abartma kamuran..) fikriyle sülalede ne kadar insan varsa hepsini topladık misi'ye pikniğe gittik. cumartesi gecesi dışardaydık, bünyede alkol vardı falan neyse pazar sabahı normal saatlerde pikniğe gidiceğimizi düşünerek geç yattık ama yanılmışız.

sabahın 5'nde misi'deydik. psikopat ailenin, psikopat gençleri olarak tabii ki bu durumu yadırgadık, fakat her ortama kısa sürede adaptasyonu sağlayabilen bünyelerimiz hemen kuşlara, böceklere sardı. akşama kadar perişan olduk olmasına ama abuk sabuk ne kadar aktivite varsa hepsini yaptık ve çok utanarak söylüyorum bunların hepsinden de zevk aldık.

ama ben saatlerce salıncakta sallandım arkadaşım. veletler benim yüzümden kavga etti. "abla ya in artık ya biz de sallancaaaaaaz!! ... yaa anne inmiyor bu abla?!?!" şeklinde bağrışmalara hiç aldırmadım. evet saatlerce sallandım. Amélie gibi elimi pirinç, un tarzı çuvalların içine de sokuyorum, çaktırmayın.

tamam lan tamam bitiriyorum..

ilkokulda yazdığım bir günlüğüm vardı, şayet hala aynı kalemden insan olsaydım o günü aynen şöyle yazıcaktım günlüğüme;

"sevgili günlük, bugün kuzenlerimle pikniğe gittik. ip atladık, top oynadık, salıncakta sallandık, tavla oynadık, okey oynadık, çok eğlendik. ben hamakta yatıp örtmenim abuzettin'in verdiği kitabı okudum. biraz ders yaptım. ailemi ve kuzenlerimi çok seviyorum günlük. iyi ki varlar. çok mutluyum çok!!!!"

hiç bir abartma yok, şimdi açıp baktım günlüğüme aynı ifadeler, aynı polyanna cümleleri.. anladım ki bir yanımız hep çocuk kalıyor. aman pek de iyi oluyor. zira şuan yanaklarım heide'nin yanakları kadar -mutlu- kırmızı, sesim ise şeker kız candy'nin sesi kadar canlı ve sinir bozucu.

lanet olsun "sevgili blog" ota boka eğleniyorum ama tek sorun; ben hala sallanmak istiyorum...

not bu: izmir'e gidince geçicek bu hallerim, söz veriyorum sevgili blog! (dayak yemeğe ihtiyacım var?!)

11 Temmuz 2008

bu hangi şarkı laaaaan?!?!

tamam kabul ediyorum, bazı konularda takıntılarım var. bir kaş- göz hareketine, isme, harekete, tonlarca bulamadığım şarkılara.. herşeye gıcık olabilirim, insanı darlayabilirim. ama farkettim ki bazen bu takıntılar güzel olabiliyormuş. dün kat 3'te günlük alkol alımını gerçekleştirirken, uzun zamandır kafamda deli gibi çalan ama adını bir türlü hatırlayamadığım şarkıyı duydum. gabrielle'nin out of reach şarkısıymış. hemen öğrendik. bridget jones'un soundtrack'ten.. bu arada kat 3 çalışanları için hoş bir müşteri değilim sürekli şunu istiyorum!, bunu getirin!, lan bu şarkı neaa? diye darladığım için kaçıyorlar benden. neyse bir kaç şarkı daha yazıyorum şöyle kenara kenara, mutlaka dinleyin.. bunlar şu sıralar favorilerim..

gabrielle- out of reach
dolores o'riordan-butterfly
redd- mutlu olmak için
redd-dünya
redd- çığlık çığlığa
sam sparro- black & gold
duffy- mercy
finger eleven- paralyzer
riverside- conceiving you
riverside- i believe
3 doors down- landing in london
tristâme - without you
iggy pop - the passenger
agua de annique - day after yesterday
..

10 Temmuz 2008

annecim, bas git!

periodik olarak çileden çıktığımız için, bugün evde olan temizlik curcunası bizi hiç mi hiç etkilemiyordu. taa ki ben temizlikçi teyzeyi ayartıp, işinden alıkoyana kadar. abartıp kahve de yapmışım teyzeye bir ara, kendime geldiğimde annem evden çıkıp gitmem için para teklif ediyordu.
"anne, koy onu cebine,yapma" dedim. dinlemedi. haliyle şu an elimde bana teklif ettiği paranın 2 katı duruyor. ben hala teyzeye laf yetiştiriyorum. aklsdjlasd! ama paranın elde durması ayıptır, gidip bir Kat 3 yapalım gündüz gündüz.. cos'lar işiniz yoksa bir zıplayın be! hadi be hajı be?!

second chance for love: isabell

Aklım aşk meşk işlerine çalışmaya ve okumaya başladığımdan beri, aşkın tüm hallerinin kitaplarda daha iyi ifade edildiğini düşünüyorum. bilmiyorum ya da ben kelimelere çok fazla anlam yüklüyorum.. satır araları kesinlikle gerçek dünyadan farklı bir dünya. etrafınızda gördüklerinizden, yaşadıklarınızdan çok daha samimi, gerçek ve büyüleyici. (the new york times yorumu gibi oldu, bu ne be?!) gerçi şu yaşadığımız düzene de pek ayak uydurabilmiş ve adapte olabilmiş değilim. ben kendi hayal dünyamda yaşıyorum ve başka gezegenden geldim. İlerde de oğlumun adını Mars Bey koyup, büyüyünce NASA'ya gönderip, astronot olmasını sağlıcam.

Neyse çok ciddiyim ne kadar peri masalı varsa hepsine inanabilecek bir insanım. ha ama böyle bir şeyle karşılaşsam, sorgulamaz mıyım? herkesden fazla. beynim beni yine sallamayarak güvenlik duvarını etkinleştirir biliyorum. ama ne kadar "hopelessly romantic" kavramında bir insan olsam da bazen mide bulandırıcı ve can sıkıcı olaibliyor bu durum. diğer bir yandan da eğer yazı konusunda üretken ve hevesli bir insansanız, hayal gücünüzün yardımı ile kendi yarattığınız dünyayı, masalı, karakterleri kısacası "mutlu olduğunuz o yeri" diğerleri ile paylaşma fırsatınız vardır. çok içten savunuyorum bunu, kitaplar herşeyi bulabileceğiniz kadar geniş, sizi bir okur ve sürekli daha iyisini arayan bir insan olarak tatmin edebilecek yegane dünyadır."olsun demenin zor geldiği ve çocuk düşlerimizin bittiği" bir dünyada yaşarken, hayattan en kolay kaçıştır kitaplar. amaaaa dedik ya en güzeli;okumaktan haz duyduğun dünyaları, senin yaratabilmendir. yazmaktır.. işte "isabell"'in çıkış noktası da buydu.bir sıkımlık dişmacunundan -2 sene oldu- sonraki ilk projemizdi bu. bu işin bir süreç olduğu farkındalığı ile ben yazmaya devam ediyorum, diğerleri ise desteklemeye.. (1th theory: learning/writing is a process) ilk kitaptaki ruh halim kesinlikle şuan ki gibi değildi. o zaman yazmak benim için kirli kanın akmasını sağlamak demekti. şimdi ise bambaşka bir dünyada özgürce koşabilmek.. daha sakinim şimdilerde.. sanırım hem kachine hem angelica olabilmek bununla mümkün..


duble dip not: basım evinin dediğine göre, harlequin'den second chance serisi geliyormuş.. bu da beyaz, pembe, mor ve kırmızı seri tarzı birsey olucak. o yüzden harlequin bünyesindeki genç yazarların second chance serisi üzerine yoğunlaşması istendi. isabell'de de oynama yapılıyor bu yüzden. düşünülen "isabell" isminin "second chance for love: isabell" olma ihtimali yüksek. bir diğer not: kitabın kapağı konusunda arkadaş çevremden yardım istiyorum. yardım edin bir türlü beğenemiyorum. bu konuda önerisi olanı dinleriz, no problemo! kapakta olması gereken klasik bir harlequin erkeği ve kadını.. ama farklı olmalı! (bozdum kafayı) neyse ses edin gençler bir yardım edin. gömdüm.

09 Temmuz 2008

romantik salı kuşağı!

Genç arkadaşlarım; sarhoşken yapılmaması gereken şeyler vardır. Bir yenisini de şuan sizlere çıtlatmak isterim lakin biraz yorgun, biraz sarhoş insan olarak kelimeleri p.c etmeden ifade etmeye çalışıcam. Her insan gibi hata yapabilme lüksümü kullanmamı maruz görün. (susmalıyım..susucam.. sktr susamadım..) Daha önce de yazdığım gibi gecenin varoşluğundan kurtulmak için elimizden geleni yapıyorduk. Film izlemeye karar verdik. cnbc-e' nin "romantik salı kuşağı" yardımımıza koştu, geri çevirmedik.

İtalyan yönetmen Carlo Verdone'nin "Sono pazzo di Iris Blond" adlı filmine takıldık. romantik salı'nın sunduğu pek romantik pek seksi bir filmdi. ama sarhoşken italyanca'nın bu kadar kafa ütüleyen, dile dolanan, halkı coşturan(!) bir dil olduğunu farketmemiştik. (saygılar popomundo) şöyle ki filmin yarısında herkes sevgi kelebekleri şeklinde yanındakinin burnuna "pıt" kondurma yarışına girdi. odioso! ama bu dallama kardeşlerim filmin yarısına geldiğimizde, yükseldikleri yerden aşağı bir güzel inip (nereye yükseliyorsun dallama?!) uykunun huzurlu kollarına kendilerini bıraktılar. ve ne yazık ki benim italyanca'ya olan zaafımı fazla önemsemedikleri için "romantik salı kuşağı" onlar için "alacakaranlık salı kuşağı" haline geldi. bene bene!

her duyduğum italyanca kelimeyi tekrar etme sorunum, 1 saat sonra işe gitmek zorunda olan 3 kuzenim için akla zarar bir şeydi. sonunda dayanamayıp hepsini uyandırdım ve sırayla hepsine italyanca aşkımı ilan ettim. sonuç; ailemiz artık ensest ilişkilere sıcak bakıyor... neyse olay şu; italyanca konuşabilen, en azından deneyebilen ya da hadi lan en azından bir kaç kelime italyanca aşk cümleleri kurabilen erkek istiyoruz. mümkünse benim terrence'e benzesin tipleri de.. sakallı, artist, böyle garip yaratıklar yani. biliyorum bu eksiğimi de tamamladığımda 10 numara bir insan olucam. (kutuma gitmek istiyorum, acun bey!)

bundan sonra, italyanca yazılan ya da söylenen hiç bir şeye olumsuz cevap vermemeye karar verdim. küfür olsa bile başımın üstünde yeri var. o kadar yani.. roma'da yaşamalıyım. italyanca konuşmalıyım. her sabah kalktığımda "
buongiorno, cara mia!" ifadesini duymalıyım. diğer isteklerimi allah'a daha sonra ileticem, bugünlük bu kadar yeter.

son olarak; piyano severlerin "listen to your heart" şarkısının DHT versiyonu dinlemesini şiddetle tavsiye eder, içerdeki mahmur kalabalığı ayıltmak için kahve yapmalıyım.


"
buongiorno!"

Sizofrenik Semptomlar..

Uzun zamandır yazamıyorum. bir sıkıntım var kendime bile anlatamıyorum. anlamsız ve tarifsiz sıkıntılarım ile "duygusuz" bir insan olmamak konusunda çok büyük çaba sarf ediyorum. bildiginiz gibi değil.. çok şükür şu sıcak ve bunaltan sıcaklar içinde bursa gibi dallama bir şehirde yapılabilecek en güzel şeyi yapıyorum şuan da. içiyorum.. kuzenler ile bulduk boş bir ev, toplanıp alkolün dibine vuruyoruz.

Efsane kuzenim serhat ile onun mutluluğunu kutlarken, dinlediğimiz şarkılardan mıdır bilinmez bir bunalım hali sardı bizi.. (çok gereksiz tabii olum ya..) çok absürd şarkılar dinliyoruz, kendimizden iğrendik lakin şu ortamda daha iyisini maalesef yapamıyoruz. ve ben her zaman ki gibi sarhoş halimde blog başına oturmuş bir nevi günah çıkarıyorum. arkada "listen to your heart" çalıyor, kuzenim "sen bana gitmek için gelmiştin" tarzında cümleler sarfediyor. fenalardayız..

"beni al" şarkısını haykıran bir diğer kuzenim ise ağlamaklı bana bakıyor. en berduşları benim ama toparlamak zorunda kalanda benim ne yazık ki. burdan yarın şu yazıklarımı okuyacak olan kuzenlerime "ağzınızla için cos'lar" demek istiyorum. ve türkiye'nin dört bir yanına dağılmış kardeşlerim için (!) kadeh kaldırıyorum -sonradan bana çemkirmesinler diye-.

"şarköy" semalarında rakı,şarap krizine girmiş kardeşim merve'ye, bi denecik dostum nergis efendiye, izmir'de tekila uzmanı kardeşim didem'e, thy elif'e vee etli ekmek kardeşim zehra'ya "cheers" diyorum. (bok için!) allah hepimizin mustahakını versin..

p.s. : nergis "sen pembesin dediler.. birşey diyemedim.. ne diyim.. ajsdhalskjd!"
ayrıcaaa 3 beyaz'dan uzak durmak lazım. "un,şeker,kokain!" bu senin için jem bey.

"kutuma gitmek istiyorum ben!"
-hamdi beyin teklifine yohum diyor!


cut it out!

21 Haziran 2008

everybody's gotta learn sometimes

yine bursa ve yine öğrenilmesi gereken bir ders. bu sefer ki NEYMİŞ? asla bir erkekten bir kıza "dost" olmazmış. ben olabileceğini uzun seneler savunmuş bir insan olarak, bu gün kendi kendimi çürüttüm ve bir miktar da göt ettim. yeni çizgimle daha mutluyum... ayrıca; yazdıklarım bazılarını rahatsız ediyor sanırım, mesafe konulmaya çalışılıyor. çünkü bazen öyle karışık ve anlamsız yazıyor muşum ki her insan kendinden birşey buluyormuş, taşın kime gittiği belli olmuyormuş falan filan..

kimin üzerine ne aldığı hiç önemli değil, bu 10 yaş tripleri çok gereksiz. her bir insanı ayrı ayrı düşünerek cümlelerimi derleyip toparlayamam, hiç kusura bakmayın. bunun için tek bir yol var; açık şu sayfayı okumamak. okuyup okuyup bana bunu kime yazdın?, aman abi bu taş kime? diye sorular sormayın, hele bazıları gibi araya mesafe koyup hatalarımı(!) fark etmememi sağlamaya çalışmayın. densizlik yapmayın..

sorular soruldu, cevaplar verildi ve bakın sonuç ne? erkek tribi. bu nasıl bir özgüvendir, nasıl bir ukalalılıktır bilmiyorum, bundan sonra da bilmek istemiyorum. çok çirkinleştiniz çünkü. bende peşinize düşüp, "ne oluyor kardesim?" diyecek durumda değilim, beni beklemeyin. haa neydi?

"kapat, ben seni sonra ararım.."

aranızda ki samimiyet'in sadece çıkar üzerine kurulu bir samimiyet olması, diğerleri aralarında konuşurken her seferinde göt oğlanının "doktor" seçilmesi ve akabinde götleri tavan yapmış insan yığını.. bir miktar yemekten arta kalanlar..sebep ise çok önceden yaptığınız bir "..hata.."ve sevdiklerinize karşı "dürüst" olmak. bitti dedik, bir şey yok dedik, yok anam anlatamadık. belki de siz anlamadınız.. onu bilemem.. ama bana dostluklarıma tekrar göz atmam gerektiğini gösterdiniz. çok muhtesem insanlarsınız.

gelin her seferinde olduğu gibi yüzyüze tartışalım. siz sorun, ben cevaplıyayım(!) öyle küserim, mektubumu keserim, aman ordan burdan silerim tarzı şeyler yapmayın. küçülmeyin, beni de üzmeyin.ve bu yazıyı üstünüze alın şimdi.. istediğiniz gibi bir çok taşla dolu. okuyun,düşünün ve rahatlayın. kendi kararınızı bile veremiyorken, "danışmak" için hep birine ihtiyacınız varken ", 10 numara adamlar olduğunuzu unutmayın. hadi allah rahadlık versin..bende sizi seviyorum.