21 Haziran 2008

everybody's gotta learn sometimes

yine bursa ve yine öğrenilmesi gereken bir ders. bu sefer ki NEYMİŞ? asla bir erkekten bir kıza "dost" olmazmış. ben olabileceğini uzun seneler savunmuş bir insan olarak, bu gün kendi kendimi çürüttüm ve bir miktar da göt ettim. yeni çizgimle daha mutluyum... ayrıca; yazdıklarım bazılarını rahatsız ediyor sanırım, mesafe konulmaya çalışılıyor. çünkü bazen öyle karışık ve anlamsız yazıyor muşum ki her insan kendinden birşey buluyormuş, taşın kime gittiği belli olmuyormuş falan filan..

kimin üzerine ne aldığı hiç önemli değil, bu 10 yaş tripleri çok gereksiz. her bir insanı ayrı ayrı düşünerek cümlelerimi derleyip toparlayamam, hiç kusura bakmayın. bunun için tek bir yol var; açık şu sayfayı okumamak. okuyup okuyup bana bunu kime yazdın?, aman abi bu taş kime? diye sorular sormayın, hele bazıları gibi araya mesafe koyup hatalarımı(!) fark etmememi sağlamaya çalışmayın. densizlik yapmayın..

sorular soruldu, cevaplar verildi ve bakın sonuç ne? erkek tribi. bu nasıl bir özgüvendir, nasıl bir ukalalılıktır bilmiyorum, bundan sonra da bilmek istemiyorum. çok çirkinleştiniz çünkü. bende peşinize düşüp, "ne oluyor kardesim?" diyecek durumda değilim, beni beklemeyin. haa neydi?

"kapat, ben seni sonra ararım.."

aranızda ki samimiyet'in sadece çıkar üzerine kurulu bir samimiyet olması, diğerleri aralarında konuşurken her seferinde göt oğlanının "doktor" seçilmesi ve akabinde götleri tavan yapmış insan yığını.. bir miktar yemekten arta kalanlar..sebep ise çok önceden yaptığınız bir "..hata.."ve sevdiklerinize karşı "dürüst" olmak. bitti dedik, bir şey yok dedik, yok anam anlatamadık. belki de siz anlamadınız.. onu bilemem.. ama bana dostluklarıma tekrar göz atmam gerektiğini gösterdiniz. çok muhtesem insanlarsınız.

gelin her seferinde olduğu gibi yüzyüze tartışalım. siz sorun, ben cevaplıyayım(!) öyle küserim, mektubumu keserim, aman ordan burdan silerim tarzı şeyler yapmayın. küçülmeyin, beni de üzmeyin.ve bu yazıyı üstünüze alın şimdi.. istediğiniz gibi bir çok taşla dolu. okuyun,düşünün ve rahatlayın. kendi kararınızı bile veremiyorken, "danışmak" için hep birine ihtiyacınız varken ", 10 numara adamlar olduğunuzu unutmayın. hadi allah rahadlık versin..bende sizi seviyorum.

19 Haziran 2008

those were the days,my friend..

Sonunda bitti. "Aman ortalama tutuyor mu? , "Lan ne oluyor kalıyor muyuz bu dersten?" derken bu yılıda bitirmiş bulunuyoruz. Ne kadar hayırlı bir yıl olduğu konusunda sabaha kadar tartışabiliriz ama şu yıla "the silent sufferer" yılı dememek elde değil. Ne çile çektik, ne çile.. Peh! hocalar bile sıkıldı bizden. Sene başından beri "Biz bir aileyiz, başarıcaz, anam birsey olmaz" gibi absürd tonla gaz cümlesini duymaktan ve söylemekten o kadar sıkıldık ki bizden sonra gelenler için hemen bir not hazırladık. "we are not a family! welcome to the jungle,kids.." Eğitim fakültesi tarihine de bu kürt notumuzla tarihe geçtik. İdare katta ki kümesten bozma "pink room" da ders yaptığımız ve hademe, çaycı, kantinci vs. tarzı görevliler tarafından yüksek lisans öğrencisi zannedildiğimiz için her avantajdan yararlanmış biz suny'ciler (!) kantinden plastik topumuzu da alıp, bugün okula veda etmiş bulunmaktayız. Uzun süre görüşmemek dilekleri ile tabii ki..

18 Haziran 2008

Terence Tereeenceee!!

Geçen ay radio be cool'da burak, göktuğ ve buğra üçlüsünün yaptığı programda, şeker kız candy'den epey söz etmişlerdi. Databank olarak bende gerekli araştırmaları onlar için yapmıştım. Şeker kız candy'i anne zoruyla izleyen bir genç olarak,(annem tam bir sayko) bu program kırmızı başlıklı kız'ın kötü yola düştüğü program kadar hoşuma gitmişti. Bende normal değilim anladığınız kadarıyla..neyse.. Programdan sonra karşı koyamadığım "şeker kız candy" izleme isteğime engel olamayıp,bölümleri tekrar tekrar izledim arkadaşım. evet.

Bizim çocukken izlediğimiz versiyonda herşey çok daha acıklıydı. Terry ile kavuşamıyorlardı falan filan.Tabii mutlu son manyağı bir insan olduğum için, aradım italyan versiyonunun daha kayda değer bir versiyon olduğunu farkettim. Terry yani italyan versiyonunda ki Terrence; bildiğiniz gibi zengin,serseri, ayyaş, çekici, gizemli, hoyrat ve en önemlisi de ihtiraslı bir genç arkadaşımızdı..(ha siktir diyor, aşık mı oldum ne?!) Neyse ilerleyen zamanlarda da bu uzun saçlı zibidi arkadaşımız formundan bir şey kaybetmiyor, aksine daha da tapılası bir hal alıyor. İtalyanca konuştuğu zamanda dadından yenmiyor arkadasım! Anlayacağınız annelerin, tam evlenilecek erkek gözüyle baktıkları sünepe Anthony'e, sigarası, uzun saçları ve siyah pelerini ile kaç basar bunu tartışmak istemiyorum, her cümlede bir Terry istiyorum. Kapatalım bu konuyu ..İtalyan versiyonu 15 bölümden oluşuyor,Terry'nin Broadway' de Shakespeare'i oynadığı candy'nin ise florence nightingale olduğu zamanlar..(o nedir ki? ahua)
Allem ediyorlar kallem ediyorlar sonunda kavuşuyorlar..Arada ki hareketler ve olaylar çok kayda değer değil anlayacağınız. Ama tam bir türk filmi tadında. İkisi de aşk acısı çekiyorlar deli gibi. Terrence tam bir tarık akan, candy ise saf, gururlu masum allahın belası hülya koçyiğit pozlarında,zülal hocanın dediği gibi "the silent sufferer" modları. Bizim izlediğimiz versiyonda, candy "tepedeki prens" dediği Albert ile evlenir. Aslında her ülkenin kendine göre bir son hazırlamasının olayı şudur; Candy'nin yaratıcıları Kyoka Mizuki ve Yumiko Igrashi arasında çıkan sorunlardan dolayı çizgi dizinin sona ermiş olması. Ama hayranlarının baskısı ile bir şekilde ortaya birden fazla versiyon çıkmıştır. AMA tekrar tekrar geçiyorum üzerinden, en iyi versiyon italyan versiyonu. Seslendirme müthiş ötesi. Zaten mutlu son da var, e daha ne istiyeyim diyorsunuz..Ama terry benim hasta olduğum ismi ile "terrence" tam hatunların aşık olmak istediği tarz da bir adammış ben bunu anladım. Leş, kürt, pis bir insan, uzak durulması gereken biri en azından(!) ama kıyafetleri, tavırları, umursamazlığı, yavşaklığı ve maalesef bizim acı çekme potansiyelimizi tavan yaptırması ile tam bir "harlequin erkeği" Terrence. Daha çocukken rengimi belli ettim ben sanırım. Annem Anthony derdi ben Terry derdim. O zamandan beri kadının içinde serseri biriyle evleneceğim korkusu aldı başını gidiyor. Sevmiyorum arkadasım sünepe, iyi aile çocuğu tarzı erkekleri.. Erkek gibi gelmiyor insana. İlle acı çekelim diye de o yüzden kaşınıyor kadın kısmı. Pek mutlu oldum candy'i izleyince, eski günlere kısacık bir gezi yaptık ama ben terrence'de takılı kalmış durumdayım. (vay salak!) Ve sözlerimi Candy'nin acıklı sesinden "terrenceee terrenceeee" şeklinde bitiririm. Allah mustahakımı vericek bununda farkındayım. İyi günler gençler birliği..

"Terrreeeeeeeeeeeenceeeeee, Terrrrreeeeeeeeenceeeeeeeee!"

p.s: biri vursun beni.

ba$ka türlü bir$ey

Yeni Türkü'nün yeri hep ayrı olmu$tur bende. Her $arkısı, ayrı bir hatıranın fon müziğidir. Uzun zamandır playlistte durmasına rağmen, açıp dinleyesim gelmemi$ti. Geçen ak$am yine konyalının terbiyesizliği tuttu -her zaman ki hali tabii- yeni türkü'den ba$ka türlü bir$ey'i yolladı. Zamanında bizzat silip dinlememeye karar verdiğim $arkılardandı, kıyamadım aldım yine. Biliyordum böyle bağlılık yapacağını, hep aynı etkiyi bırakıyor ben de yeni türkü. Yine takıldım, yine dardayım.. (yalan lan ahuah) Neyse her ak$am ba$ka bir psikopat kitliyor bana. Çoğu ak$amlar nasıl oluyorsa, ali ile aynı psikolojiyi payla$ıyor ve sagopa'ya kadar birbirimizi darlamak için elimizden geleni yapıyoruz. Zaten diğerleri sürekli darda, normal bir$ey yollayan yok. O yüzden bu kadar psikopat insanlar içinde, ($aka,komiklik,eğlence!) yeni türkü mis gibi oldu. Benim gibi insanların (emrah ve $eker kız candy arasında kalan jenerasyon) ruh halini çok güzel anlatır. Ben $ahsen,bizzat, kendim yeni türkü'yü çok severim, seven insanlara da saygım sonsuz. ($erefsizim can sıkıntısından oluyor bütün bunlar)

doğum günü çocuğu!

Bir elimde bir duble rakı, diğerinde sigaram.. terasta gerzek gibi hacı efendi'ye karşı içiyorum. Yavrum daha küçüksün diye bağırıyor. Cevap şu: Az önce bir yaş daha büyüdüm, küçük falan değilim. Kaç yaşına girdin diye sordu utanmadan. 39 dedim, içeri kaçtı. Yeni yaşımın ilk dakikalarında da ayağımda bahçıvan botlarım, kovboy gömleğimle (!) tam bir kamyoncu edasıyla içiyorum. Bu sene parti falan yok. İyice mütevazi olduk bu konuda..(!) İyi ki doğdum herhalde, ne biyim...

15 Haziran 2008

bana bir masal anlat baba..

Olgunlaşmadan anlayamıyorsunuz bazı şeylerin kıymetini. Bir erkeğin baba olmasını, annenizin sizin için her daim ne kadar ve ciddi şekilde endişelendiğini,anneliği,babalığı,birliği,aile olmayı.. Aynı çatı altında yaşayamazken, onlardan ayrıldığınızda hissettiğiniz eksiklik duygusu biraz olsun durumu kavramanıza yardımcı oluyor.. Başlangıçta o kadar seviniyorsunuz ki onlardan uzaklaştığınıza, o tarifsiz mutluluğun yerini özlem aldığında kendinizde şaşırıp kalıyorsunuz. Belki de evde ki baba kavramının sizi yıllarca ne kadar sıktığını düşünüp, onu özlemeniz sizi sinirlendiriyor. Niye? Zamanında istediklerinizi yapmanıza izin vermediği için.. Arkadaşlarınızla gece dışarı çıkamadığınız ya da her konuda kısıtlandığınız için.. Ne büyük kayıp ama..

Ama anlayamazdık onları..Ne kadar uzağa gidersek o kadar iyi olacağımıza inanıyorduk. Hepimiz türlü türlü yerlere dağıldık. Uzaklaştık o otoriteden. Şimdi ise deli gibi özlüyoruz onları. Bir şey olduğunda yine onları arıyor, yeri geldi mi anneyi pas geçiyor babaya ağlanıyoruz. O zaman bile taviz vermiyor ki yumuşayıp daha da koyvermeyelim kendimizi diye. Ne sevdiğini, ne kızdığını, ne de mutlulu olduğunu göstermezdi onlar. "BABA" olmanın verdiği yükü en iyi şekilde kaldırabilmek için katı olmak zorundaydılar. Bu arada sizin büyüdüğünüzü de asla kabul etmek istemediler tabii. Belki de bu kadar yaptıklarından sonra ben büyüdüm, gidiyorum demeniz; onun için dünya'nın en ağır cümlesiydi. Bilemezdik..

Ve bir babalar günün'de onu ne kadar sevdiğinizi söylerken, onun sesindeki şevkati ve sevgiyi duymak bir çok şeyi değiştiriyor biliyorum. Bundan üç sene önce ben yaşadım aynılarını. Ondan uzakta kaldığım ilk sefer değildi belki ama onun özleminin ne kadar yakıcı olduğunu öğrendiğim ilk zamandı. Hatırlarım daha çok küçükken, gece çalışmaya gidişlerini hiç anlayamazdım, her seferinde "beni de götür.." diye zırlardım arkasından. Annemin dizinin dibinde hıçkıra hıçkıra uyuyakalırdım. Eve her gelişini kapılarda karşıladım. Buna rağmen hep korktum ondan. Babaydı.Benim yapamadığım bir çok şeyi yapan,benim gezmediğim yerleri gezmiş, tanışmadığım insanların ne olduğuna çoktan karar vermiş, dünya'da ki en zeki adam. Biraz daha aklım başıma geldiğinde, büyüyünce onunla evleneceğimi düşünüyordum. Ondan daha iyisi yoktu ki.. Beni sevdiğini dile getirmese bile gözlerinden anlardım, başka bir erkeğe gerek yoktu. O hep yeterdi.

Büyüdüm, yaşlandı. Onun duygusal yönden en çok açık verdiği zaman, üniversite'ye başladığım zamandı. Bırakamadık birbirimizi. Ben baktım kal diye, o ağladı. Tek başımaydım, o yoktu. Ağladım, kırıldım, üzüldüm, sevdim ama o hala yoktu. Anladım ki; evden bir kere çıktık mı, geri dönüşü çok zor. Ama biliyorum ben hala onun "en büyük ve hep küçük" kalacak kızıyım. Sesini duymak, adını anmak, çatık kaşlarını düşünmek dünyanın en huzurlu şeyi herhalde.. Ve iyi bir erkek olmanın en güzel örneği. Çünkü, bir erkek, "iyi bir baba" olabildiği zaman erkektir. O zaman bilir paylaşmayı, sevmeyi, alışmayı, kızmamayı, özlemeyi.. Doğru, çünkü babam böyle söylerdi..

Şimdi yine birbirimizden uzak bir "babalar günü" daha geçirdik. Ama görüşmeye de gerek yok. Birbirimizi nasıl özlediğimizi, sevdiğimizi biliyoruz ki bu da yetiyor bize. O da biliyor.. "ben babamın kızıyım..."

İçlerindeki evlat sevgisi eksilmeden,açık vermeden günden güne artan, gözlerinde çocuklarıyla duyduğu gururun okunabildiği ve tam bir "baba" olabilen her erkeğin babalar günü kutlu olsun. İyi ki varsınız.

14 Haziran 2008

aşık mıyız benjamin?!

gece diye bir alternatif grup varmı$, yeni öğrendik. "a$ık mıyız?" adlı çıkı$ parçaları ile fena olmadıklarını dü$ünüyorum. öyle ki bir kaç gündür $arkının sözleri dilimden dü$müyor. çalar saat misali, "a$ııııık mıyyıııııızzz?" diye ötüyorum saat başı. albümün prodüktörlüğünü de koray candemir yaptığından, albümün gayet ba$arılı olacağına eminler ki bende öyle dü$ünüyorum. "kız" adlı $arkıyı da ayrı tavsiye ederim, sevgili blog okurları.. sırada ki parça "a$ık mıyız?" burdan tüm benjamin severlere gitsin.. daksjd.. Isabell,benjamin..this is for you..

a$k her $eyi bıraktığın yerde ba$lar, kaçamazsın
sözün bittiği yerdesindir, bu yüzden konu$amazsın
dua kadar dürüsttür onunla asla oynayamazsın
$imdi söyle sence biz a$ık mıyız?

bak senin de gözlerinde huzursuzluk ve $üphe var
belli ki ya$adığın daha bitmemi$ bir $eyler var
gel sen de yüzle$ içindeki gerçek senle şimdi
söyle sence biz a$ık mıyız?

12 Haziran 2008

"hassiktir!" diyor "amma uyumusum be!"

Ölüm uykusundan sonunda kalkabildim. Ben 1534. rüyamı görürken çığrından çıkan bütün insanlara sesleniyorum "SAKİN OLUN LAN!" uyandım. durun azıcık. (buraya yazıyorum çünkü tüm mu$lu arkada$larım gibi sizde önce blog'a bakıyorsunuz..)
Neyseee..
Suny bölümünün eski$ehir gezisi bugün de devam edecek. Haberi olmayanlar için odun pazarı'nda olacağımızı söyleyelim. ayrıca; Isabell'in yazımına da orda devam ediyor olucam. Burdan mini mini paçi'minde içini rahatlatayım. Her $ey çok güzel gidiyor. Yeni bir beyaz dizi anlaya$ı getiriyoruz kitaba.

O zaman ak$ama görüşmek üzere diyerek yılmaz erdoğan'ın yedi uyuyanları'nı açıyoruz.


"Gracias, dove"

10 Haziran 2008

fade out 2

boktan başlayan bir gün kesinlikle boktan biter. bu kadar basit. sabah birilerini gebertecek kadar sinirliydim. etrafımda o kadar çok boş insan var ki zamanla tahammül sınırlarımı aşıyorlar. belki de bende onların tahammül sınırlarını aşıyorum, bilmiyorum. daha sonra bir kaç şey düzeliyor,kendimi mutlu edicek başka şeyler buluyorum..başka insanlar..ama akşam olunca o her zaman ki gudubet insana dönüşüyorum. ve inanın bu hiç hoşuma gitmiyor. içmekten, özlemekten, birşeyleri kurcalayıp düşünmekten ve herşeyin daha iyi olmasından yana sarf ettiğim çaba yoruyor beni.

bir zaman sonra elime birşey geçmediğini görecek olmam da bu üzüntüden ve sıkıntıdan dolayı sanırım. biliyorum ben bu hikayenin sonunu. ezberlettiler daha önceden. bir arkadaşım " güzel günler'i arama, yok öyle birşey. mutlu olmasını bilen insan vardır şu hayatta" demişti. haklıymış galiba. ama şu akşama kadar mantıklı bir anlam yükleyememiştim buna. galiba o akşam, bu akşam.

o kadar nefret ediyorum ki bu melankolik hallerimden.. daha önce de başka bir erkekten sırf bu yüzden nefret etmiştim. herşeye sahibim. mutsuz olmak için hiç bir sebebim yok. eğleniyorum, geziyorum, tozuyorum..ee? ama mutsuzum. değişiyorum. eski ben değilim.. daha mantıklı bir insan var insanların karşısında..eee? hala mı mutsuzum? biraz. boşluklardan canım sıkılıyor. gerçi ağustos'tan sonra bir şekilde dolucak o boşluklar ama bir şekilde şu bendeki "hopelessly romantic" bünyeyi değiştirmem lazım. hıımm? uyku vakti mi geldi? sanırım evet. neyse en azından sabah geçicek bu hal ve tavırlarım. yarın geceye kadar daha çok var.. evet..

08 Haziran 2008

happy birthday my little miss sunshine!


Bundan tam altı sene önce -bu da lise 1'e tekabül etmekte- ba$kalarıyla sıramızı payla$ır, pek muhabbet etmezdik. Belki de ikimizde çok konu$tuğumuz ve her konuya kendimiz hakim olmak istediğimizdendir bilinmez, ba$larda pek birbirmize kanımızın kaynadığını hatırlamıyorum. Ama çok kısa bir süre sonra beraber iyi bir ikili olacağımızı dü$ündük herhalde ki yanımızda ki insanları saf dı$ı edip, aynı sırayı payla$maya ba$ladık. O günden itibaren de 3 sene boyunca Bonnie and Cylde, Neo and Trinity vee Harry Potter and Ron Weasley tadında bir lise hayatı ya$adık. (bilinçli "and" kullanımı) Derslerde, kitap arasında Agatha Christie, Stephen king,JK Rowling ve Harlequin serisinden onlarca kitap okuduk. Ben hep onun patatesinden çaldım buna rağmen o inatla tırnaklarıyla oynamama izin verdi. Teenager triplerini beraber atlattık, sabahlara kadar telefonda konu$up kulaklarımızı taciz ettik.

Ben hep birilerine a$ık olduğumu zannettim, o hep bunun tersini iddia edip beni yatı$tırdı. Dershane'de de sürekli taciz halindeydik. Herhalde yanlız kaldığımız sadece uyku saatleriydi. En güzel sohbetleri beraber edip, geri dönülemez gülme krizlerini de beraber ya$adık. En çok onunla içip, en çok onunla konuştum $u hayatta sanırım. Karga$a dolu lise hayatından sonra, ayrı dü$tük.Üniversite hayatı istediğimiz kadar "muhte$em" gitmiyordu. Eskisinden daha az konu$up, daha az $ey payla$maya ba$lamanın verdiği sıkıntılı günleride nasıl atlattığımızı hatırlamıyorum. Ama ikimizinde dik ba$lı ve inatçı olması bu süreci kesinlikle daha da zorla$tırdı. Sonra bir $ey oldu, ben darmadağın oldum. Ama yanımda gördüğüm ilk insan oydu. Belki de abuk sabuk olayların bizi,birbirmize daha da bağladığını çok geç farketmi$tik. Ardından bana çok güzel bir hediye verip, en zor zamanımda dostumdan sonra yanımda gördüğüm ve her zaman göreceğime emin olduğum bir "karde$" kazandırdı. O karde$te daha güzel dostluklar tabii. Ama bütün bunların çıkı$ noktası kesinlikle "benim küçük dostum." Her$eyin ba$ladığı nokta oydu çünkü.

Yıllar önce, birbirimize lise yıllığı için yazdığımız yazılar geldi aklıma. o zaman gayet mantıklı $eyler yazdığımızı dü$ünmü$tüm. ama sanırım o kadar mantıklı değillermi$. ben ona;

"bütün kızlar toplandık;keyf-i sultan sefaları,falcı randevuları,gırgır muhabbetleri yaptık.Annem bunlar asla unutulmayacak $eyler.hemen gülümseme.sen her zaman unutmak istediğim fakat beceremediğim tek yaratıksın.seni çok öptüm.doktorcuğun.. sevgilerle.."

o da bana benim yazım kadar garip(!) bir yazı yazmı$tı.

"hani doktor,verdiğin ilaçlar bi i$e yaramıor.yalan kandırıyorsun beni.ama sen görürsün.bundan sora sana musallat olup hayatını zehir etmessem bende nerçis deilim. $aka bir yana hayatım boyunca kurduğum en sağlam arkada$lık seninkiydi. dostluğumz boyunca benim için yaptıklarından dolayı teşekkür etmeliyim.ama biliyorsun ki öyle bir huyum yoktur.etmiyorum i$te. pis küçük hain=)"

Bunun üzerinden 3 seneden fazla zaman geçti. Ve hiç dü$ünmeden söyleyebilirim ki o zaman ki arkada$lığımız ile $uan payla$tığımız "dostluk" arasında dağlar kadar fark var. Derinlemesine seviyoruz biz birbirimizi..(auhaua!) Daha sağlam herşey.Ama senelerdir herkesin söylediği gibi biz birbirimize çok benzemiyoruz. Türlü türlü huylarımız var birbirimize batan, yeri geldimi çileden çıkaran. Tüm bu farklılıklara rağmen biz "bir" 'iz.Ve bundan sonra ayrı geçireceğimiz onca seneye rağmen, her$eyin zamanla daha güzel olacağını biliyorum.Çünkü haddinden fazla seviyorum seni,çok özlüyorum. İyi ki doğdun joey. İyi ki benim minik mikrop dostumsun.


minik doktor'un angelica the kachine.. =)

i'm on the road again

Finallerin çığrından çıkması ve istanbul'dan pek sevdiğim arkada$larımın gelmesiyle blog olayına biraz ara vermek zorunda kaldım. Ama yarın ki history of civilization finaline rağmen artık geri dönü$ yapmanın zamanı geldiğini dü$ünüyorum. Sanırım 10 gün kadar bir ara verdik, bu da yetti bize. Bu süreçte raporları yeti$tirdik, pek güzel oldu. Ama bu arada ki en güzel $ey, buğra ve göktuğ'nun eski$ehir'e gelmesiydi. Onların geli$i her zaman ki gibi en süper olaydı ama bu sefer daha bir zevk aldığımı söylemem lazım. Tabii bu ziyaretin en eğlenceli kısmı burak'ın da 2 günlüğüne de olsa aramızda olmasıydı. Eski$ehir'de son toplanı$ımızdı..o yüzden benden yana garip bir hüzün vardı hep. Ama aramızda çözemediğimiz ve bizi geren bir kaç konunun açıklığa kavuşmasıyla her$ey eski haline döndü. Bu son eski$ehir alkol haftası olsa da her zaman aptal bir gülümseme bırakıcak bende. Her güzel $eyin sonu vardır kli$esi ile bitirmek istiyorum yazımı. Blogumun saçma bir ilkokul günlüğüne dönüştüğünün de farkındayım. Elimde değil, mutluyum..(hay salak aksjdh!) Neyse Roma'ya geri dönü$ yapalım bakalım..